28 Mayıs 2008 Çarşamba

Yaşayan Müze

Abbaszade Konağı
19 yy’da yapılmaya başlanmış. 2 yılda tamamlanmış. Yanyana iki konaktan birisi. Sahipleri Beypazarı’nın çok zengin ailelerinden. Anne Beypazarının ilk kadın öğretmenlerinden baba ise tiftik tüccarı. Belediye tarafından restore edilmiş. Tarihi bir konak görmek hem de burada ebru sanatı, ıhlamur baskı gibi sanatlarla uğraşmak yada kurşun döktürmek istiyorsanız burası tam size göre.


Fotoğraflar iyi çıkmamış farkındayım ama yine de koymalıyım diye düşündüm. Abbaszade Ailesi zengin bir aileymiş ve fakirlere yardım edermiş. Bu dolap konağın hemen girişinde bulunuyor.Fakir kişiler girişe gelip bu dolabın kapağını çalıyorlar ve tabaklarını koyup dolabı döndürüyorlar sonra dolap tabak dolmuş bir halde geri döndürülüyor. Böylece ihtiyacı olan kişi kimse tarafından görülmemiş oluyor ve rencide olmuyor. Günümüzde yardımlarını bile gösteriş olsun için yapanları düşünmeden edemedim doğrusu. Eski günleri aramamak ne mümkün...
Girişteki oda.İlk gelin odası. Burasının diğer gelin odasından niye farklı olduğunu sorduk. İlk gelin geldiğinde gelin odaları böyleymiş o yüzde öyle dediler. İki oda arasında büyük fark var. Her iki odada da banyo var.Düşünün o zaman için ne büyük lüks değil mi?

Yeni gelin odası. Ben buraya bayıldım doğrusu. Bindallı yatak örtüsü ne kadar güzel değil mi?

Yeni gelinin orijinal kendi elbiseleri.

Mutfak

Siz nazara inanır mısınız bilmiyorum ama ben inanıyorum. Kurşun döktürmenin iyi olduğununa da inanıyorum. Siz de inanıyor ve istiyorsanız bunu 'Yaşayan Müze'de yaptırabilirsiniz.





Yemek Odası

27 Mayıs 2008 Salı

Beypazarı

Pazarda satış yapan teyzelerden... Ne kadar güzel çıkmış değil mi?
Güller ve pencereler... Ayrılmaz ikili.

Ablam öğrencilik hayatının büyük bir çoğunluğunu Ankara’da geçirdi. Yani çocukluğum Ankara yollarında geçti diyebilirim. Tabi o zamanlar TEM yoktu. Eski yol diye adlandırılan E-5’ten gidip geliyorduk. Defalarca Beypazarı’ndan geçmişiz yani anlayacağınız. Tabi o zamanlar restore edilmemişti ki Beypazarı bizim dikkatimiz hiç çekmemişti. Ankara’ya yaklaştıkça evler tipik Ankara evleri haline gelirdi. Babam evleri çok beğenirdi bir inşaat mühendisi gözüyle. Ben seneler sonra Beypazarı’na gittim ve büyülendim. Aynı geçmişe gitmişlik duygusunu Safranbolu’da da hissetmiştim. Oğlum hastalığı dolayısıyla huzursuz olmasa herşey daha güzel olabilirdi elbette ama yine de güzeldi. Gittiğimiz grupta iyiydi tabii ki.

www.beyipekyolukonagi.com

Ankara’ya çok yakın olduğu için eşimle sık sık gelmeye karar verdik Beypazarı’na. Bir gece de kaldık. İpekyolu Konağı’nı rastgele seçtim internetten. Ama şunu söylemeliyim ki gerçekten çok güzel bir oteldi. Çok temizdi ve en önemlisi çalışanları ilgili ve güleryüzlüydü. Zaten Beypazarı’nın insanları çok güleryüzlü,konuşkan ve misafirperver. Akşam yemeğimizi İnözü Vadisinde yedik. Ortam ve yemekler (kalan yemekler demeliyim) çok güzel olsa da menüde ne istediysek yok cevabıyla karşılaştık. Çok kalabalık bir gün geçirmiş olsalar bile Beypazarı gibi çok ziyaretçisi olan bir yerin daha hazırlıklı olmasını beklerdim doğrusu. Tabi bunu adını vermesemde sadece yemek yediğimiz restaurant için söylüyorum. Neyse bence yolunuzu Beypazarı’na kesin düşürün. Eski zaman havası soluyun biraz. Her tarafımız teknolojiyle çevrilmişken bu çok iyi gelecek size eminim. Şimdi sırada Nallıhan var. Oraya Özlemlerle birlikte gideceğiz.Hem Canan’ı ziyaret edeceğiz hem de Bir Nallıhan sefası yapıcağız. Eee Ankara’ya geldik gidiyoruz biraz gezmek lazım değil mi?

Beypazarı'nın Geçmişi...
Beypazarı Ankara'nın 100 km batısında, yukarıda da yazdığım gibi eski Ankara-İstanbul yolu üzerinde.Geçmişi İ.Ö. 2000 yılına kadar uzanıyor. Beypazarı ilçesine ilk çağda Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, daha sonra da Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar'ın egemen olmuşlar. Hititlerden önce ise Hattilerin ülkesi olarak adlandırılan Beypazarı İnözü vadisindeki kaya oyuklarında Phryler yaşamışlar.
Roma döneminde, Kral ve İpekyolu üzerinde önemli bir ticaret noktası olmuş. İlk adı Lagania. Lagania ‘Kaya Doruğu Ülkesi' anlamına geliyor. M.S. 491-518 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma İmparatoru Anastasios'un piskoposluk merkezi olan Lagania' yı ziyaretine atfen şehrin adı, “Lagania-Anastasiopolis” ( Anastasios kenti ) olmuş.
Selçuklular döneminde Beypazarı, İstanbul-Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkeziydi. Yeraltı ve üstü zenginliklerinden dolayı vazgeçilmez bir pazardı. Beypazarı, Orhan Bey Ankara'yı alınca Bursa Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine girmiş. İlçedeki çoğu kalıntılar Osmanlı dönemine aittir.Beypazarı 1868 yılından itibaren Ankara'ya bağlanmıştır.
Osmanlı Devletii'nin toprak rejimi ve askeri sisteminin omuriliği olan tımarlı sipahi merkezleri'nden birisi olan Beypazarı, buradaki sipahi beyine ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna bağlı olarak ‘Beğ Bazarı’ diye adlandırılmış.
Beypazarı geçimini tarımdan sağlayan bir ilçe. Gelir düzeyleri gayet yüksek. Şimdi bir de turizmle uğraşma imkanları oluşmuş durumda. İlçeye gelen turist sayısı her geçen gün biraz daha artıyor. En güzeli de Beypazarlılar ilçelerini turizm cenneti haline getirirken, SİT alanı ilan etmeye gerek görmeden ve devletten bir destek almadan evlerini firmaların desteği ve belediyenin girişimiyle restore ettiriyorlar. Bu da sivil girişimin en güzel örneklerinden biri olsa gerek.
Halk Evi 1938’de hizmete girmiş. Restore edildikten sonra burada seminerler ve çeşitli organizasyonlar yapılıyormuş. Hafta sonları siyah beyaz fotoğraflar sergileniyormuş. Bir daha ki Beypazarı ziyaretimde gideceğim ilk yer. Taş Mektep
Şu anda belediyenin restauranı olarak hizmet veren Taş Mektep 1800’li yılların sonunda erkek öğrenciler için yapılmış. Birinci İlkokul adı verilmiş. 180 altın liraya mal olmuş. Okul olarak yaptırıldıysa da görkemli bir konak görünümünde.

İmaret Meydanı ve El Sanatları Meslekeleri Dükkanları
Kaybolmaya yüz tutmuş olan el sanatları burada tanıtılıyor.Dokuma tezgahları, yorgancı, kunduracı,bindallı işlemeciliği gibi. Hem bu el sanatlarının nasıl yapıldığını seyrediyor hem de satın alabiliyorsunuz.


Ahşaptan yapılmış Beypazarı Evleri maketleri ve gece lambaları


İnözü Vadisi
Beypazarı'nın uzun tarih İnözü Vadisi üzerindeki yüksek kayalıklardaki mağaralarda başlamışt. Beypazarı'nın ilk ismi olan Lagania (Kaya Doruğu Ülkesi) ismini buradaki yüksek kayalıklardan almış. Hitit ve Frigyalılar yaşam alanı olarak kullanmışlar. Mağaraların içindeki izlerden mağaraların Bizanslı rahipler tarafından manastır olarak kullanıldığı düşünülüyor..
Alaattin Sokak
Restorasyonu tamamlanmış bir çok tarihi konak bu sokak üzerinde. Yöresel ürünlerin satıldığı standların kurulduğu yer burasıdır.. Burada yöresel ürünleri kendi evinde yapıp getiren ev hanımları satıyor. Onlardan ürünler hakkında bilgi alabiliyor ve sohbet edebiliyorsunuz.

Teyzem aslında çekmemi hiç istemedi.Ama bakar mısınız ne kadar güzel çıkmış.Ellerine sağlık.




Yöresel Lezzetler
Beypazarı Kurusu
Taş fırınlarda pişiriliyor. Tazeliğini 1 sene koruyabiliyor. Un,süt ve tereyağından yapılıyor. Ben Beypazarına gidene kadar özellikle Beypazarı kurusu yemedim. İyi ki de yememişim. Çünkü buradakilerin Ankara'da satılanlardan farklı olduğunu söyledi yiyenler. Ben alamadım ama siz muhakkak taze (nasıl adlandırılıyor bilmiyorum fazla sert olmayanından) da alın. Ama iki türlü de çokkk güzel.
Havucu ve Yan ürünleri
Türkiye’nin havuç ihtiyacının %60’ını Beypazarı kaşılıyor. Bu yüzden havuçla ilgili pek çok şey bulabilirsiniz burada. Mesela havuç lokumu-ki ben çek beğendim yumuşacık ve çok tatlı olmadığı için rahatsız etmiyor. Havuç reçeli yapılıyor ama benim damak tadıma çok fazla uymadığı için ben beğenmedim. Havuç suyu Beypazarı’nın hemen hemen her noktasında taze olarak satılıyor. Çok lezzetli ve ferahlatıcıydı.. Oğlum bile çok beğenerek içti.
Cevizli Sucuğu
Üzüm suyuna su ve şeker katılmadan yapılıyor. Üzümde tahmin ettiğiniz gibi Beypazarı'nda yetiştiriliyor. Gerçekten çok lezzetli.
Yöresel Yemekler
Tarhana çorbalarını çok beğendim. Trakyalılar pütürsüz tarhana çorbası yaparlar. Bu farklı olduğu halde çok lezzetliydi. İçine kıymada koymuşlardı. Bütün grup tarhanayı çok beğendi. Biz ne yazık ki restaurantımızda olmadığından Beypazarı güveci yiyemedik. Bize aynı olduğu söylenilen Uruç kebabından yedik. Artık ne kadar doğru söylediklerini Beypazarı güvecini yedikten sonra anlayacağım. Ama Uruç kebabı da çok lezzetliydi. Hele sarmasına bayıldım. Kendime bir dahaki gidişimde kesin o fırınlardan alıcağım. Çok lezzetliydi. Yaprakları çok güzel. Aynı zamanda onlar pişirirken eşki peksimet gibi bir şey koyuyorlar üzerine. Ben ondan ve yaprak aldım bakalım biraz olsun aynı lezzeti yakalayabilecekmiyim. Baklavasına gelince biraz hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Ben ev baklavasını aslında çok severim. Ama ya aldığım yerden kaynaklanıyor yada lezzeti böyle bilmiyorum ben tadını beğenmedim. Ama gittiğimde tekrar deneyeceğim. Bu kadar anlatıldığına göre bir hikmeti vardır.

Beypazarı sarmalarının pişirildiği güveç fırınları Üst taraftaki uzantı semaver.

Nefis Beypazarı Sarması...

Uruç Kebabı...





11 Mayıs 2008 Pazar

Fontani di Trevi (Trevi Çeşmesi) ya da bizdeki adıyla Aşk Çeşmesi

Özgür'ün Serra'ya evlilik teklifi ettiği yer tam olarak neresiydi acaba diye düşündüm içimden Aşk Çeşmesi'ni ilk gördüğümde...Lise yıllarımda okumaya başladığım ve daha sonra seri halinde yayınlanan kitapların kahramanları olan Özgür'ün Serra'ya evlenme teklifi canlandı gözlerimin önünde. Nasılda etkilemişti Özgür'ün yaptıkları beni. Ve orada onları seyrediyor gibi hissetmiştim kendimi. Ve yıllar sonra tam da oradaydım, Aşk Çeşmesi'nde...Oradaydım ve anlatmalıydım size. Dar bir meydana giriyorsunuz, dört bir tarafı binalarla çevrilmiş bir meydana ve karşımıza büyüleyici bir çeşme çıkıyor. Bu çeşmenin bu kadar küçük bir alana sıkışmış olmasına üzülüyorsunuz. Sanki meydana sığmıyor gibi.... Bu devasa çeşmenin bu meydana sıkıştırılmasının nedeni eski bir su sarnıcının buradan geçmesiymiş.
Bu çeşme Roma da ki bir çok çeşmeden en ünlüsü. Adını üç yolun birleşmesinden alıyor. 26 m yükseklinde ve 20 m genişliğinde.

Roma'da Barok* döneminde yapılmış ve Barok stilin tüm yansımalarının kullanıldığı en son eser. Roma'ya gelen herkesin ilk görmek istediği yer... Buna bende dahilim. Son uğradığımız yerlerden olan bu çeşmeyi koca gezi boyunca dilimden düşürmedim. Çeşmenin yapımına 1732 yılında mimar Nicola Salvi başlamış, 1757'de ölümü üzerine Giuseppe Panni tarafından 1762'de bitirilmiş. Fakat herkes tarafından Salvi'nin eseri olarak biliniyor ve bu şekilde ünlenmiş. Çeşme bir zafer takı ve eski Palozza Poli için ön cephe olarak planlanmış.
Tam ortada deniz atlarının çektiği arabasının içinde Neptün'e tritonlar (Triton, Poseidon ile Amphitrite'nin oğlu. Belden yukarısı insan belden aşağısı balık şeklinde ayakları at ayağına benzeyen bir deniz tanrısı) eşlik ediyor. Burada şaha kalkmış at okyanusun karışıklığını, sakin olansa huzur dolu durgunluğunu simgeliyor.

Aynı zamanda bir dilek çeşmesi de Trevi çeşmesi, içi bozuk para dolu. Dilek dilemek için farklı şeyler söyleniyor. Hepsinin ortak noktası çeşmeye arkanızı dönüyorsunuz, omzunuzun üzerinden çeşmeye doğru para fırlatıyorsunuz ve Roma’ya tekrar gelmek için para atıyorsunuz. Fakat keç kere olacağı farklılaşıyor. Kimi bir kez diyor Roma’ya tekrar dönebilmek için, kimi iki kez diyor birincisi sizin dileğiniz ikincisi ise Roma’ya tekrar dönmeniz için, kimi de üç kez diyor birincisi Roma'ya yeniden gelebilmek için ikincisi gerçek aşkı bulmak için ve üçüncüsü Roma'da gerçek aşkı bulmak için. Siz hangisine inanıyorsanız o kadar bozukluk atın.

Çeşmenin tam karşısındaki Kilise...


Barok (Meraklısı için Not)

1600’lerde Roma’da kilise etkisinde doğmuş ve tüm Avrupa’ya yayılmış bir harekettir. 16. ve 18.yy arasında oluşmuş ve şeklini almıştır. Sanatın her dalında mimarlık, müzik, resim ve heykelde etkisini göstermiştir. Tüm sanat dallarının etkileyici temalar altında birleşmesini sağlar. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detaylar en göze çarpan özellikleridir. Rönesans uslubundan ayrı hatta ona karşı olan bir sanat akımıdır. Yani Barok tarz hareketli, aşırılıklarla dolu, katı sanat kurallarına başkaldırandır.

8 Mayıs 2008 Perşembe

Piazza Navona

Piazza di Navona İmparator Circus Domitianus oval şekildeki meydanı M.S. 79’da atletizim stadyumu (Circus Agonalis) olarak yaptırmış. Antik çağlarda bu meydanda at yarışı düzenlenirmiş. Meydan bu stadyum kalıntılarının üzerine kurulmuş ve biri büyük diğer ikisi biraz daha küçük üç çeşmenin etrafında. Barok uslübunun güzel örnekleriyle dolu. Rönesansın etkisi altında yetişmiş Bernini ve Borromini'nin eserleri var meydanda. Ve yaptıkları eserlerde birbirleriyle olan rekabeti hicvettikleri söyleniyor.



Görünen dikilitaş Dört Nehir Çeşmesine ait. Ben fotoğraflarını aradım ve buldum.Muazzam bir çeşmeymiş.Çok güzel bir fotoğrafı www.thy.com/images/skylife/M-2005/27/6-27ROMA61.jpg adresinde var. Bence bir bakın.

Roma'nın en beğenilen ve turist ziyaretinin olduğu meydanıdır. Roma’nın gece hayatı burada çok güzel yaşanır. Piazza Navona’nın etrafında kafeler ve restoranlar,ressamlar ve çeşitli gösteriler yapan sanatçılar var.



Meydanda bulanan Sant’Agnese in Agone Kilisesinin tarihçesi ise şöyledir. Agnes 291 yılında doğmuş soylu bir Azize, küçük yaşta Vali’nin oğlu ile evlenmeyi reddediyor ve ölüm cezasına çarptırılıyor. Fakat o dönemde bakirelerin idamı yasakmış. Vali, Agnes’e tecavüz için bir adam buluyor. Ve adamın tecavüzünü engellemeye çalışan Agnes’e sinirlenen adam başını keserek kızı öldürüyor. Bu kilise bu Azize için yaptırılmış.


Kilisenin iç dekorasyonu Rainaldi’ye, dışı ise Borromini’ye ait.

Nehirler çeşmesini Bernini 1648-1651 yılları arasında yapmış. Ortasında Mısırın Dikilitaşı ile çevresinde dünyanın dört büyük nehrini temsil eden dört heykel bulunuyor. Avrupa’da Tuna, Asya’da Ganj, Afrika’da Nil ve Amerika’da Rio della Plata... Biz ne yazık ki Roma’nın her tarafında olduğu gibi burda da restarasyon çalışması olduğundan çeşmeyi göremedik.
Müzik grubunun hemen arkasında görünen iskeleler dört nehit çeşmesinin iskeleleri. Müzik grubu ise Navona Meydanını seslendiren gruplardan sadece biri...
Meydanda Della Porta tarafından yapılmış olan Moor Çeşmesi ve Neptun (nam-ı diğer Poseidon) Çeşmesi var. Aşağıda bunların fotoğrafları var.
Neptun Çeşmesi

Moor Çeşmesi

Navona Meydanına açılan bir balkon onun gibi neşeli ve renkli...

Navona Meydanı'nda bu kovboy ne mi arıyor. Euro tabikiii. Kutusuna para atıyorsun sonrada gidip fotoğraf çektiryorsun.


Saatlerce böyle durmasına hayran kalmadım değil. İşe koşan adam....