4 Şubat 2009 Çarşamba

Uzaklar....

Zuhal ve Osman Atasoy çiftinin ve aralarına sonradan katılan Deniz'le yaptıkları zorlu dünya turunu çok iyi hatırlıyorum. Televizyonda günceleri yayınlanırken First Touch'ın eşliğinde bir şiir okunuyordu bitimde. Nereden aklına geldiyse kardeşim şarkıyı bulmuş, ben de şiiri buldum. Ve şimdi sizinle paylaşmak istiyorum. Beni alıp çok uzaklara götürüyor bu şarkı eşiliğinde okuduğum bu şiir. Bir de siz okuyun bakalım nerelerdesiniz????

Deniz Humması

Yine denizlere dönmeliyim, ıssız denize, semaya

Bütün istediğim bir gemi ve yolunu gösteren bir yıldız;

Çark vursun, rüzgar söylesin, beyaz yelkenler çarpsın havaya

Ve denizde sisli bir fecir, bir fecir istediğim yalnız.

Yine denizlere dönmeliyim, dalgaların çağrısına

Öyle hoyrat, öyle saf bir çağrış ki karşı durulmaz buna;

Bütün istediğim rüzgarlı bir gün bulutların yarışı,

Savrulan köpükler, serpintiler, martıların haykırışı.

Yine denizlere dönmeliyim, serserilik hayatına,

Martılarla, balinalarla o keskin rüzgarlı yollara;

Bütün istedigim yolculugun sonunda, bıkıncaya dek

Uyumak, rüya görmek ve bir gemici masalı dinlemek...

John Masefield - 1878

Çeviren: Melih Cevdet Anday


ya da orjinalini okumak isterseniz...

i must down to the seas again, to the lonely sea and the sky,

and all i ask is a tall ship and a star to steer her by,

and the wheel's kick and the wind's song and the white sail's shaking,

and a grey mist on the sea's face and a grey dawn breaking.

i must down to the seas again, for the call of the running tide

is a wild call and a clear call that may not be denied;

and all i ask is a windy day with the white clouds flying,

and the flung spray and the blown spume, and the sea-gulls crying.

i must down to the seas again to the vagrant gypsy life.

to the gull's way and the whale's way where the wind's like a whetted knife;

and all i ask is a merry yarn from a laughing fellow-rover,

and quiet sleep and a sweet dream when the long trick's over.


3 Şubat 2009 Salı

Güneydoğu.....

Gidiyordum nihayet. Uçağa binip koltuğuma oturduğumda düşünüdüğüm tek şey buydu. Gidiyordum yıllardır hayalini kurduğum yerlere. Nedendir bilmem Güneydoğu Anadolu bana hep çok çekici gelmiştir. Paris değil, Londra değil ama illa ki oraları görmek istiyordum. Kudüs'ü saymazsak tabii....Hele Urfa. Yanımda 6 aylık oğlum ve eşim, bir dolu çanta ve gezebileceğim yerlerin listesiyle Antep'e tayin olan arkadaşlarımızın yanına gittik. Yani konaklama üssümüz Antep'ti anlayacağınız.Antep'i Ankara'ya çok benzettim. Çokta beğendim doğrusu. Çok modern, gelişmiş bir şehir. O otantik havayı çok fazla hissedemedim orada ama yemekleri bir lezzetliydi ki sormayın gitsin. Katmerden zehirlenip hastaneye kaldırılan ben hala katmerin bile çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim. İlk gün Antep'i gezdik. Arkeoloji müzesine gittik çünkü ben çılgınca Zeugma'nın 'çingene kızını' görmek istiyordum. Arkeoloji müzesinde ki mozaikler çok güzeldi. Ama eşimin bilgisayarının azizliğine uğradığımdan bütün müze fotoğraflarım yok oldu bir tanesi dışında. Ne yapalım tekrar gittiğimizde artık bol bol çekeceğiz. Ertesi gün Birecik ve Halfeti'ye gittik. Siyah güllerin ülkesine....Kelaynakları ziyaret ettik. Nizip'ten antep fıstığı aldık. Birecek'in o güzel dokusu içinde Fırat'a komşu güzel bir kebap yedik. Halfeti'yi dolaştık herkesin siesta yaptığı saatlerde. Zira orada sadece biz var gibiydik bir de bize çay getiren çocuk. Oğlum 2 sandalyeyi birleştirip yaptığımız yatağında, ağaçların gölgesinde güzel bir uyku çekti sıcağa inat. Sonra biraz ağlamaklı biraz gülerek baraj gölünün sularında yürüdü ilk kez.... Rumkale'ye giderken motorun getirdiği serinliği hissetti, rüzgarın sesini dinledi. Kahkahalar attı. Bir sonraki gün Urfa'daydık. Urfa....Nasıl anlatsam ki bilmiyorum. Peyganberler şehri diyorlar ya işte hangi köşeyi dönseniz bir peygamberin ayak izlerine rastlıyorsunuz. Öyle bir şehir ki Urfa hem günümüze ait hem değil. Hem bugünde hem yüzyıllar öncesinde. 40 derecelik sıcaklıkta 6 aylık olan oğlumla Urfa sokaklarında dolaştım büyük bir zevk alarak ve sıcağa aldırmayarak. Deli miydim bir çok kişiye göre evet, pişman mıydım hayır, bir kez daha yapar mıydım kesinlikle evet. İbrahim Peygamber, Eyüp Peygamber.... Bedesten, Balıklı Göl.....Herşey herşey harika ve görülmeye değerdi. Urfa'yı küçük rehberlerimizle gezdik. Benim fotoğrafa meraklı olduğumu anlayan bir urfalı muhakkak Urfa'nın sokaklarını gezmem greketiğini söylesede oğlumla cesaret edemedim doğrusu.

Ve Harran....Gidebileceğimizi hiç düşünmediğim ama Murat'ın muhakkak gideceğimizi söylediğinde mutluluktan çılgına döndüğüm Harran. Harran Ovası'nın bereketli topraklarından geçerek vardık Harran'a Ve evet zaman sanki durdu orada. Herşey o kadar dokunulmamış gibidiydi ki. Konuk olduğumuz evde ki kızların İstanbul özlemleri vardıysa da içlerinde ve güneşin tenlerini nasıl kavurduğundan gem vuruyorlarsa da onlara ne kadar şanslı olduklarını söylemeden geçemedim. Anlamsız bir ifade geçti gözlerinden.... İlk üniversite, bu üniversitenin kalıntılarından yaptıkları konik evleri, Harran Kalesi ve şıkır şıkır kıyafetleriyle günlük işlerini gören gencecik Harran kızları...Görülemeye değerdi doğrusu.