29 Temmuz 2012 Pazar

Hayallerin gerçek olduğu yer, Hatay.....



Karayolu ile Adana’ya gittikten sonra bindiğim uçakta yıllar yılı Hatay’a gitmeyi neden bu kadar istediğimin cevabını bulduğum için mutluydum.  Gerçektende… Hatay benim dünya üzerinde gitmek istediğim yegâne 2 yerden biriydi. İş için gitmiş olsam ve dolayısıyla çok gezmiş olamasam da gördüklerim ve yediklerim Hatay’a hayran kalmam için yeterliydi.
Hatay’ın nefis yemeklerine geçmeden önce Hatay hakkında kısa bir bilgi vermek gerek diye düşünüyorum. –Ki böylece Hatay mutfağının neden bu kadar çeşitli, zengin ve güzel olduğu hakkında bir fikir edinebilin.
Antakya Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biri. Antakya’nın bu kadar fazla kültürü bünyesinde barındırmasının nedeni tarih boyunca çok fazla göç alması, iklim koşullarının iyi olması ve verimli topraklara sahip olması. Ayrıca Antakya Anadolu’yu Suriye ve Filistin’e bağlayan yolların kavşak noktasında.
Hatay adının nasıl konulduğuna baktığımızda ise buna ilişkin ilk bilgiler İÖ 1200’le başlayan Genç Hitit prenslikleri dönemine işaret etmektedir. Bu dönemde, Amik Ovası'ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek Hattena Krallığı adını almışlardır. Hatay adının da buradan geldiği tahmin edilmektedir.   1936’da Atatürk bölgeye Hatay adını vermiştir. 
Hatay ilinin merkezinin adı olan Antakya’nın ise İ.Ö. yy sonunda Antiokheia adıyla Slökidler’ce kurulduğu, Araplar’ın bu kentle Antekiye adını verdikleri bilinmektedir.
Tarih boyunca çeşitli dinlerin, inançların bir arada yaşadığı Hatay bugün hala bu özelliğini korumakta, İslam, Hıristiyanlık ve Musevi inançları iç içe yaşamaktadır. İnanç farklılıkları Hatay' da hiçbir zaman problem olmamış aksine bu farklılıklar kültürel bir zenginlik olarak kabul edilmiştir.
Bu kadar zengin bir kültüre sahip olan bir yerin tahmin edersiniz ki çok fazla gezilecek yerleri vardır. Hatay’ı gezmek için en azından 10 gün ayırmak gerek bence. Sadece merkezde değil çevresinde de gezilecek çok fazla yer var. Ben ne yazık ki sadece merkezde ki birkaç yeri ve Samandağ ilçesine gidebildim. Samandağ’da ise sadece Titus tünelini gezebildim. Hatay’ın merkezi Antakya’da ve çevresinde muhakkak görmeniz gereken yerlerle ilgili tavsiyem ise şöyledir;
Hatay hristiyanlık tarihinde önemli bir yere sahiptir ve dört büyük patriklik merkezinden biridir. Dünyanın ilk Katolik Kilisesi Saint Pierre Kilisesi Antakya’dadır. Antakya’ya 2 km uzaklıktadır. Hac dağının eteklerinde yer almaktadır.  Tarihte ilk Hıristiyan (Hristos) adı da Antakya’da bu kilise cemaatine verilmiştir. Bugün St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk mabetlerinden biri ve hac mekanı olarak kabul edilmektedir.
Antakya’nın Selevkoslar döneminde ki kuruluşundan itibaren var olan ve adı “Antik Kolonlu Cadde” olan Kurtuluş Caddesi dünyada ilk ışıklandırılan caddelerdendir. Habib-i Neccar Camii, Sinagog, Katolik Kilisesi bu cadde de yer almaktadır. 
Katolik kilisesi aslında eski bir Antakya evidir. Osmanlı padişahı Abdülmecit’in izni ile kurulmuştur. Kilisenin çok güzel bir bahçesi vardır. Katolik kilisesinde Hatay’ın adeta sembolü olan kilise çanı ile minarenin aynı karede olduğu yerde fotoğraf çektirmeyi sakın unutmayın.
Gaziler evi, Katolik kilisesinin bulunduğu sokak içinde yer almakta. Tipik bir Hatay evinin sergilemek için düzenlenmiştir.
Hz. İsa M.S. 40’lı yıllarda hristiyanlığı yaymak için Antakya’ya havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya’yı (Pavlus) Antakya’ya gönderir. Bu iki elçi Antakya'ya girerken marangoz Habib-i Neccar ile karşılaşır. Neccar, yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine hristiyan olur. Elçiler halkı da hristiyan olmaya çağırmıştır. Ancak halk bu çağrıya tepki göstermiş ve elçileri öldürmek istemişlerdir. Bunu duyan Habib-i Neccar dağdan şehre gelmiş ve Antakya halkına elçilere uymaya çağırmıştır. Ancak halk onu dinlemek şöyle dursun ölümle tehdit etmiştir. Ancak Habib-i Neccar bu tehditlere kulak asmamış ve elçilere kendilerine inandığını söylemiştir. Halk ise hem Habib-i Neccar’ı hem de elçilere şehit etmiştir.
Habib-i Neccar Camii Anadolu’da yapılan ilk camii olarak bilinir. Antakya , İslam Devleti’nin lideri Halife Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedildiğinde Habib-i Neccar ve İsa’nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde, bir cami inşa edilmiştir.  Caminin kuzeydoğu köşesinde İsa’nın havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya (Pavlos) ile onlara ilk inanan ve şehit edilen ilk kişi olan Antakyalı Habib-i Neccar’ın türbesi vardır. Ayrıca Habib-i Neccar’ın Habib-i Neccar dağında mağarası da bulunmaktadır.
Harbiye Antakya’ya 9 km uzaklıktadır. Burası Antik Çağ’ın ünlü Daphne kentidir. Çağlayanlarıyla ünlüdür. Eski çağlarda da ünlü bir sayfiye yeri olarak kullanılmıştır. O yıllarda bu bölgede çok sayıda villa varmış. Hatta Hatay Arkeoloji müzesinde bulunan mozaiklerin birçoğu buradaki villa ve hamamların tabanlarına aitmiş.
Titus Tüneli; antik çağda burada bulunan iç limanın sellerle birlikte dolması tehlikesine karşı dağın delinerek bir tünel açılması İmparator Vespasianus döneminde başlayıp, Titus zamanında bitirilebilmiştir. 7 m yükseklikte, 6 m genişlikte, 130 metrelik kısmı tünel kanal kalan kısmı ise açık kanal şeklindedir. Bu kanal insan eliyle oyularak açılmıştır.
Beşikli Mağara, Çevlik Kaya Mezarları; Titus tünelinin hemen yanı başında yer almaktadır. Bir kayaya mağara şeklinde oyulmuş mezarlar vardır.
Vakıflı Ermeni köyü; Türkiye’de Ermenilerin yaşadığı tek köydür. İstanbul dışında aktif olarak ibadete açık olan Ermeni kiliselerinden birisi burada yer almaktadır. Köy halkı sadece 30 haneden oluşmaktadır.
Hıdırbey’de bulunan Musa Ağacına ait efsane şöyledir; Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki buluşmasında sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere
yola çıkarlar. Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere geldiğinde çok susar. Asasını bu ağacın bulunduğu yere bıraktıktan sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içtikten sonra
yollarına devam ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan Hz. Musa, döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir fidan haline geldiğini görür. O günden bugüne, o ağaç Musa ağacı olarak bilinir.

Uzun çarşı Antakya’da alışveriş yapmaktan çok zevk alacağınız yerlerden birisi.  Buradan alabileceğiniz ürünlerden bazıları şöyledir; Kuru kekik, Küflü çökelek, Tuzlu yoğurt, Biber salçası, Baharat çeşitleri, Testi peyniri, Sünme peynir, Nar ekşisi, Kurutulmuş Sebze, Defne sabunu ve bulabilirseniz muhakkak Kömür çukuru pekmezi nam-ı diğer Belen Pekmezi.
Şimdi gelelim Hatay Mutfağına… Tatlılar sonda yenir gerçi ama ben tatlılarını anlatarak başlamak istiyorum. Künefe’nin ana vatanının Hatay olduğunu bilmeyen yoktur. Aslında künefenin dışında da Hatay çok ciddi bir tatlı yelpazesine sahip. Hataylılar küçük porsiyonlar yerine künefeyi büyük tepsilerde yapmayı tercih ediyorlar. Künefeyi anavatanında yemenin tadı bambaşka olsa da ve İstanbul’da yediğim künefelerin hepsi olmasa da Antakya’da yediklerimle boy ölçüşebilecek durumda. Özellikle bir tanesini ekip arkadaşım Gülçin çok beğense de benim damak tadıma hiç uymadığını söylemeliyim.
Balkabağı tatlısı –ki Trakya’da bu bizimde bildiğimiz bir tatlıdır. Özellikle Balkan tarafındaki köylerde kabağı bu şekilde pişirip pekmezin içine koyarlar ki inanın yemeye doyum olmaz. Tatlının yapılışına gelince; süzülmüş kireç suyuna batırdıkları kabakları 1-2 saat bekletiyorlar. Şerbet pişirildikten sonra içine kabaklar konuyor. En son limon tozu ekleniyor.
Mezeyi oldum olası çok sevmişimdir. Hatta şöyle diyebilirim ki benim hazırladığım masalarda ana yemekler hep mezelerin gerisinde kalmıştır. Zaten Antakya’yı bu kadar merak etmemin nedenlerinden bir tanesi de mezelerinin çok ünlü oluşuydu. Öncelikle mükemmel olduklarını söylemem gerekiyor. Hele Harbiye’de yediklerimin üzerine yok. Her gittiğimiz yerde öncelikle masaya turp, maydanoz, tere otu ve kuru soğan, sumak ve maydanozdan oluşan zerzevat adını verdikleri salata geliyor.
Humuslarının neden bu kadar ünlü olduğunu anlamış bulunuyorum. Tahini o kadar kıvamında koyuyorlar ki tahin hem oradayım diyor hem de nohutun benim o çok sevdiğim tadının öne çıkmasına izin veriyor. Humusu hem tereyağlı hem de zeytinyağlı olarak servis ediyorlar. Mezeleri bir havuz haline getiriyorlar ve orasına genelde zeytinyağı ve çok az meze için tereyağlı olarak servis ediyorlar. Humus, tereyağı ve çam fıstığı. Çok iyi bir birliktelik… Biber, kabak gibi birçok sebzenin yoğurtlamasını yapıyorlar. 
Zeytin salatası o kadar lezzetli idi ki anlatabilmem mümkün değil. Gelirken yanıma aldığım zeytinlerle yaptığım salatalarda ise ne yazık ki bu tadı yakalamak çok zor. Kırık zeytin, taze soğan, maydanoz, sarımsak, taze nane, biber salçası, zeytinyağı ve nar ekşisi ile yapılan zeytin salatasını muhakkak denemenizi öneririm.
Ceviz içi, kuru ekmek, baş biber, kimyon, kuru soğan ve biber salçasından yapılan cevizli biberi beğensem de aslında içine sarımsak konuluyor olsa benim damak tadıma çok daha fazla uyacağını söylemek zorundayım. Sarımsaklı olan tariflerine rastlamış olsam da yediklerimin hiç birinde sarımsak yoktu.   
Kaldığım hotelin kahvaltı menüsünde yer alan çökelek salatası artık benim kahvaltı sofralarımın olmazsa olmazı. Gerçekten de taze soğan, domates, salatalık, biber, maydanoz, zeytinyağı ve tabi ki çökelekten oluşan salata hem hafif hem de çok lezzetli. Ayrıca süzme yoğurdun kahvaltıya bu kadar yakışabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Oysa Hatay’da kaldığım süre içinde süzme yoğurt benim kahvaltı da en fazla yediğim yiyecek oldu.
Bu kadar çok yoğun kekik kokusu normalde beni çok rahatsız eder. Ancak zahter salatası o çok yoğun kokusuna rağmen bu kadar mı güzel olur. Kekiğin kokusu nar ekşisiyle birleşince ortaya ölümsüz bir lezzet çıkmış.  
Etli kaytaz böreği benim Hatay’a gitmeden önce tadını bildiğim bir lezzetti.  Hazırlanan hamurun üzerine kıyma, soğan, kimyon ve karabiber karışımı konularak pişiriliyor. Küçük porsiyonlar halinde servis ediliyor.
Çiğ köfteyi ortasında kavrulmuş soğan ve kıyma ile servis ediyorlar. Biz tabi ki hemen yeşillik istedik çiğ köfte yemek için. Bize çiğ köftenin yeşillikle yenmeyeceğini söyledilerse de sonuçta tabakta kalan etrafı boşaltılmış kıymalı soğan oldu. Bana çiğ köfteyi o şekilde yemek çok cazip gelmedi doğrusu.
Öğle yemeği için gittiğimiz Kurtuluş caddesinde bulunan restaurantta yediğim tabbule ve fettuş salatalarının tadı inanılmaz güzeldi. Aslen Lübnan asıllı olan bu salataların tadını sanıyorum asla unutmayacağım. Sucuk adını verdikleri bir börek var. Yufkanın üzerine sürdükleri çemenin üzerine kavrulmuş kıyma koyup rulo haline getiriyorlar.  Kesip kesip kızartıyorlar. Ve yoğurt sosuyla servis ediyorlar. Makbule patlıcan ve iç pilavın müthiş birleşiminden oluşan bir yemek. Biraz ağır bir yemek olsa da damağımda bıraktığı lezzet inanılmazdı.
Tabbule kısır gibi aslında ama bu sefer bulgurun içine yeşillik konmuş gibi değil de yeşilliğin içine bulgur konmuş gibi düşünün. Fettuş ise üzerinde kızartılmış yufkaların bulunduğu bir tür salata.
Birçok yerde ana yemek olarak yediğim ali nazik burada meze olarak ikram ediliyor. Abu gannuş, baba gannuş ikisi de mükemmel yapılıyor. Aba gannuşta patlıcan közleniyor, içine soğan, domates, sivribiber, sarımsak, maydanoz ve zeytinyağı konuluyor. Baba gannuşta ise yine patlıcan közleniyor ancak bu kez içine süzme yoğurt, tahin, zeytinyağı, limon konuluyor.  
Taratoru çok sevmem ama Hatay’da en fazla yenen mezelerin başında geliyor. Tahin, süzme yoğurt, maydanoz ve ceviz içinden yapılıyor.
Yumurta öccesi yani mücverin hem görünüşü hem de tadı çok iyi. Bol yeşillikle yaptıkları öcceyi kendisine özel tavalarda pişiriyorlar. İçine koydukları malzemeler ise; yeşil soğan, maydanoz, taze nane, patates  ve un.
Sanıyorum daha sayfalarca yazabilirim Hatay hakkında. Tadı damağınızda kalan yemekler olur ya işte Hatay için aynen böyle hissediyorum. Kesinlikle Hatay benim için yaşanılabilecek yerlerden biri. Çok güzel hatıralarla döndüm oradan. Ve daha gelmeden yaptığım Hatay gezi planlarıyla. Yemekler güzeldi. Sonra sohbetler. Uzun çarşıdan alışveriş yapmak Gülçin’in çocukluk hatıralarına dahil olan kömür çukuru pekmezini bulamamış olsak da çok keyifli idi. Daha ne diyelim ki. En kısa zamanda tekrar Hatay’da gezebilmek, tatlarından tadabilmek dileğiyle….

Katolik Kilisesi, Hatay