Karayolu ile Adana’ya gittikten sonra bindiğim uçakta yıllar yılı
Hatay’a gitmeyi neden bu kadar istediğimin cevabını bulduğum için
mutluydum. Gerçektende… Hatay benim
dünya üzerinde gitmek istediğim yegâne 2 yerden biriydi. İş için gitmiş olsam
ve dolayısıyla çok gezmiş olamasam da gördüklerim ve yediklerim Hatay’a hayran
kalmam için yeterliydi.
Hatay’ın nefis yemeklerine geçmeden önce Hatay hakkında kısa bir bilgi
vermek gerek diye düşünüyorum. –Ki böylece Hatay mutfağının neden bu kadar
çeşitli, zengin ve güzel olduğu hakkında bir fikir edinebilin.
Antakya Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biri. Antakya’nın
bu kadar fazla kültürü bünyesinde barındırmasının nedeni tarih boyunca çok
fazla göç alması, iklim koşullarının iyi olması ve verimli topraklara sahip
olması. Ayrıca Antakya Anadolu’yu Suriye ve Filistin’e bağlayan yolların kavşak
noktasında.
Hatay adının nasıl konulduğuna baktığımızda ise buna ilişkin ilk
bilgiler İÖ 1200’le başlayan Genç Hitit prenslikleri dönemine işaret
etmektedir. Bu dönemde, Amik Ovası'ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek
Hattena Krallığı adını almışlardır. Hatay adının da buradan geldiği tahmin
edilmektedir. 1936’da Atatürk bölgeye Hatay adını vermiştir.
Hatay ilinin merkezinin adı olan Antakya’nın ise İ.Ö. yy sonunda
Antiokheia adıyla Slökidler’ce kurulduğu, Araplar’ın bu kentle Antekiye adını
verdikleri bilinmektedir.
Tarih boyunca çeşitli dinlerin,
inançların bir arada yaşadığı Hatay bugün hala bu özelliğini korumakta, İslam, Hıristiyanlık ve Musevi inançları iç içe yaşamaktadır. İnanç
farklılıkları Hatay' da hiçbir zaman problem olmamış aksine bu farklılıklar
kültürel bir zenginlik olarak kabul edilmiştir.
Bu kadar zengin bir kültüre sahip olan
bir yerin tahmin edersiniz ki çok fazla gezilecek yerleri vardır. Hatay’ı
gezmek için en azından 10 gün ayırmak gerek bence. Sadece merkezde değil
çevresinde de gezilecek çok fazla yer var. Ben ne yazık ki sadece merkezde ki
birkaç yeri ve Samandağ ilçesine gidebildim. Samandağ’da ise sadece Titus
tünelini gezebildim. Hatay’ın merkezi Antakya’da ve çevresinde muhakkak görmeniz
gereken yerlerle ilgili tavsiyem ise şöyledir;
Hatay hristiyanlık tarihinde önemli bir
yere sahiptir ve dört büyük patriklik merkezinden biridir. Dünyanın ilk Katolik
Kilisesi Saint Pierre Kilisesi
Antakya’dadır. Antakya’ya 2 km uzaklıktadır. Hac dağının eteklerinde yer
almaktadır. Tarihte
ilk Hıristiyan (Hristos) adı da Antakya’da bu kilise cemaatine verilmiştir.
Bugün St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk mabetlerinden biri ve hac mekanı
olarak kabul edilmektedir.
Antakya’nın Selevkoslar döneminde ki
kuruluşundan itibaren var olan ve adı “Antik Kolonlu Cadde” olan Kurtuluş Caddesi dünyada ilk
ışıklandırılan caddelerdendir. Habib-i Neccar Camii,
Sinagog, Katolik Kilisesi bu cadde de yer almaktadır.
Katolik kilisesi aslında eski bir Antakya evidir. Osmanlı padişahı
Abdülmecit’in izni ile kurulmuştur. Kilisenin çok güzel bir bahçesi vardır.
Katolik kilisesinde Hatay’ın adeta sembolü olan kilise çanı ile minarenin aynı
karede olduğu yerde fotoğraf çektirmeyi sakın unutmayın.
Gaziler evi, Katolik kilisesinin bulunduğu sokak içinde yer almakta.
Tipik bir Hatay evinin sergilemek için düzenlenmiştir.
Hz. İsa M.S. 40’lı yıllarda
hristiyanlığı yaymak için Antakya’ya havarilerinden
Yunus (Yuhanna) ve Yahya’yı (Pavlus) Antakya’ya
gönderir. Bu iki elçi Antakya'ya girerken marangoz Habib-i Neccar ile
karşılaşır. Neccar, yatalak oğlunun elçiler tarafından iyileştirilmesi üzerine hristiyan olur. Elçiler halkı da hristiyan olmaya çağırmıştır. Ancak halk bu çağrıya tepki göstermiş ve elçileri öldürmek
istemişlerdir. Bunu duyan Habib-i Neccar dağdan şehre gelmiş ve Antakya halkına
elçilere uymaya çağırmıştır. Ancak halk onu dinlemek şöyle dursun ölümle tehdit
etmiştir. Ancak Habib-i Neccar bu tehditlere kulak asmamış ve elçilere
kendilerine inandığını söylemiştir. Halk ise hem Habib-i Neccar’ı hem de
elçilere şehit etmiştir.
Habib-i Neccar Camii Anadolu’da yapılan ilk camii
olarak bilinir. Antakya , İslam
Devleti’nin lideri Halife Ömer’in
komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedildiğinde Habib-i Neccar ve İsa’nın iki havarisinin
mezarının bulunduğu yerde, bir cami inşa edilmiştir. Caminin kuzeydoğu köşesinde İsa’nın
havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya (Pavlos) ile onlara
ilk inanan ve şehit edilen ilk kişi olan Antakyalı Habib-i Neccar’ın türbesi vardır.
Ayrıca Habib-i Neccar’ın Habib-i Neccar dağında mağarası da bulunmaktadır.
Harbiye Antakya’ya 9
km uzaklıktadır. Burası Antik Çağ’ın ünlü Daphne kentidir. Çağlayanlarıyla
ünlüdür. Eski çağlarda da ünlü bir sayfiye yeri olarak kullanılmıştır. O
yıllarda bu bölgede çok sayıda villa varmış. Hatta Hatay Arkeoloji müzesinde
bulunan mozaiklerin birçoğu buradaki villa ve hamamların tabanlarına aitmiş.
Titus
Tüneli; antik çağda burada bulunan iç limanın sellerle birlikte
dolması tehlikesine karşı dağın delinerek bir tünel açılması İmparator
Vespasianus döneminde başlayıp, Titus zamanında bitirilebilmiştir. 7 m
yükseklikte, 6 m genişlikte, 130 metrelik kısmı tünel kanal kalan kısmı ise
açık kanal şeklindedir. Bu kanal insan eliyle oyularak açılmıştır.
Beşikli
Mağara, Çevlik Kaya Mezarları; Titus tünelinin hemen yanı başında
yer almaktadır. Bir kayaya mağara şeklinde oyulmuş mezarlar vardır.
Vakıflı
Ermeni köyü; Türkiye’de Ermenilerin yaşadığı tek köydür. İstanbul dışında
aktif olarak ibadete açık olan Ermeni kiliselerinden birisi burada yer
almaktadır. Köy halkı sadece 30 haneden oluşmaktadır.
Hıdırbey’de bulunan Musa Ağacına
ait efsane şöyledir; Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın Samandağ'daki buluşmasında
sonra, birlikte Hıdırbey Köyü'nün yanındaki Musa Dağı'na çıkmak üzere
yola çıkarlar. Hıdırbey Köyü'ndeki Musa ağacının bulunduğu yere geldiğinde çok
susar. Asasını bu ağacın bulunduğu yere bıraktıktan sonra, hemen yanındaki
dereye su içmeye gider. Su içtikten sonra
yollarına devam ederler. Asasını suyun kenarında unuttuğunu anlayan Hz. Musa,
döndüğünde ise asasının yeşerdiğini ve bir fidan haline geldiğini görür. O
günden bugüne, o ağaç Musa ağacı olarak bilinir.
Uzun çarşı
Antakya’da alışveriş yapmaktan çok zevk alacağınız yerlerden birisi. Buradan alabileceğiniz ürünlerden bazıları
şöyledir; Kuru kekik, Küflü çökelek, Tuzlu yoğurt, Biber salçası, Baharat
çeşitleri, Testi peyniri, Sünme peynir, Nar ekşisi, Kurutulmuş Sebze, Defne
sabunu ve bulabilirseniz muhakkak Kömür çukuru pekmezi nam-ı diğer Belen
Pekmezi.
Şimdi gelelim Hatay Mutfağına… Tatlılar sonda yenir gerçi ama ben tatlılarını
anlatarak başlamak istiyorum. Künefe’nin ana vatanının Hatay olduğunu bilmeyen
yoktur. Aslında künefenin dışında da Hatay çok ciddi bir tatlı yelpazesine
sahip. Hataylılar küçük porsiyonlar yerine künefeyi büyük tepsilerde yapmayı
tercih ediyorlar. Künefeyi anavatanında yemenin tadı bambaşka olsa da ve
İstanbul’da yediğim künefelerin hepsi olmasa da Antakya’da yediklerimle boy
ölçüşebilecek durumda. Özellikle bir tanesini ekip arkadaşım Gülçin çok beğense
de benim damak tadıma hiç uymadığını söylemeliyim.
Balkabağı
tatlısı –ki Trakya’da bu bizimde bildiğimiz bir tatlıdır. Özellikle
Balkan tarafındaki köylerde kabağı bu şekilde pişirip pekmezin içine koyarlar
ki inanın yemeye doyum olmaz. Tatlının yapılışına gelince; süzülmüş kireç
suyuna batırdıkları kabakları 1-2 saat bekletiyorlar. Şerbet pişirildikten
sonra içine kabaklar konuyor. En son limon tozu ekleniyor.
Mezeyi oldum olası çok sevmişimdir. Hatta
şöyle diyebilirim ki benim hazırladığım masalarda ana yemekler hep mezelerin
gerisinde kalmıştır. Zaten Antakya’yı bu kadar merak etmemin nedenlerinden bir
tanesi de mezelerinin çok ünlü oluşuydu. Öncelikle mükemmel olduklarını
söylemem gerekiyor. Hele Harbiye’de yediklerimin üzerine yok. Her gittiğimiz yerde öncelikle masaya turp, maydanoz, tere otu ve kuru soğan,
sumak ve maydanozdan oluşan zerzevat
adını verdikleri salata geliyor.
Humuslarının neden bu
kadar ünlü olduğunu anlamış bulunuyorum. Tahini o kadar kıvamında koyuyorlar ki
tahin hem oradayım diyor hem de nohutun benim o çok sevdiğim tadının öne
çıkmasına izin veriyor. Humusu hem tereyağlı hem de zeytinyağlı olarak servis
ediyorlar. Mezeleri bir havuz haline getiriyorlar ve orasına genelde zeytinyağı
ve çok az meze için tereyağlı olarak servis ediyorlar. Humus, tereyağı ve çam
fıstığı. Çok iyi bir birliktelik… Biber, kabak gibi birçok sebzenin
yoğurtlamasını yapıyorlar.
Zeytin
salatası o kadar lezzetli idi ki anlatabilmem mümkün değil. Gelirken
yanıma aldığım zeytinlerle yaptığım salatalarda ise ne yazık ki bu tadı
yakalamak çok zor. Kırık zeytin, taze soğan, maydanoz, sarımsak, taze nane,
biber salçası, zeytinyağı ve nar ekşisi ile yapılan zeytin salatasını muhakkak
denemenizi öneririm.
Ceviz içi, kuru ekmek, baş biber, kimyon,
kuru soğan ve biber salçasından yapılan cevizli
biberi beğensem de aslında içine sarımsak konuluyor olsa benim damak tadıma
çok daha fazla uyacağını söylemek zorundayım. Sarımsaklı olan tariflerine
rastlamış olsam da yediklerimin hiç birinde sarımsak yoktu.
Kaldığım hotelin kahvaltı menüsünde yer
alan çökelek salatası artık benim
kahvaltı sofralarımın olmazsa olmazı. Gerçekten de taze soğan, domates,
salatalık, biber, maydanoz, zeytinyağı ve tabi ki çökelekten oluşan salata hem
hafif hem de çok lezzetli. Ayrıca süzme
yoğurdun kahvaltıya bu kadar yakışabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Oysa
Hatay’da kaldığım süre içinde süzme yoğurt benim kahvaltı da en fazla yediğim
yiyecek oldu.
Bu kadar çok yoğun kekik kokusu normalde
beni çok rahatsız eder. Ancak zahter
salatası o çok yoğun kokusuna rağmen bu kadar mı güzel olur. Kekiğin kokusu
nar ekşisiyle birleşince ortaya ölümsüz bir lezzet çıkmış.
Etli
kaytaz böreği benim Hatay’a gitmeden önce tadını bildiğim bir
lezzetti. Hazırlanan hamurun üzerine
kıyma, soğan, kimyon ve karabiber karışımı konularak pişiriliyor. Küçük
porsiyonlar halinde servis ediliyor.
Çiğ
köfteyi ortasında kavrulmuş soğan ve kıyma ile servis ediyorlar. Biz
tabi ki hemen yeşillik istedik çiğ köfte yemek için. Bize çiğ köftenin
yeşillikle yenmeyeceğini söyledilerse de sonuçta tabakta kalan etrafı
boşaltılmış kıymalı soğan oldu. Bana çiğ köfteyi o şekilde yemek çok cazip gelmedi
doğrusu.
Öğle yemeği için gittiğimiz Kurtuluş
caddesinde bulunan restaurantta yediğim tabbule ve fettuş salatalarının tadı
inanılmaz güzeldi. Aslen Lübnan asıllı olan bu salataların tadını sanıyorum
asla unutmayacağım. Sucuk adını
verdikleri bir börek var. Yufkanın üzerine sürdükleri çemenin üzerine kavrulmuş
kıyma koyup rulo haline getiriyorlar.
Kesip kesip kızartıyorlar. Ve yoğurt sosuyla servis ediyorlar. Makbule patlıcan ve iç pilavın müthiş
birleşiminden oluşan bir yemek. Biraz ağır bir yemek olsa da damağımda
bıraktığı lezzet inanılmazdı.
Tabbule kısır gibi
aslında ama bu sefer bulgurun içine yeşillik konmuş gibi değil de yeşilliğin
içine bulgur konmuş gibi düşünün. Fettuş
ise üzerinde kızartılmış yufkaların bulunduğu bir tür salata.
Birçok
yerde ana yemek olarak yediğim ali nazik burada meze olarak ikram ediliyor. Abu
gannuş, baba gannuş ikisi de mükemmel yapılıyor. Aba gannuşta patlıcan közleniyor, içine soğan, domates, sivribiber,
sarımsak, maydanoz ve zeytinyağı konuluyor. Baba gannuşta ise yine patlıcan közleniyor ancak bu kez içine süzme
yoğurt, tahin, zeytinyağı, limon konuluyor.
Taratoru çok sevmem ama Hatay’da en fazla yenen mezelerin
başında geliyor. Tahin, süzme yoğurt, maydanoz ve ceviz içinden yapılıyor.
Yumurta öccesi yani mücverin hem görünüşü hem de tadı çok iyi. Bol
yeşillikle yaptıkları öcceyi kendisine özel tavalarda pişiriyorlar. İçine
koydukları malzemeler ise; yeşil soğan, maydanoz, taze nane, patates ve un.
Sanıyorum
daha sayfalarca yazabilirim Hatay hakkında. Tadı damağınızda kalan yemekler
olur ya işte Hatay için aynen böyle hissediyorum. Kesinlikle Hatay benim için
yaşanılabilecek yerlerden biri. Çok güzel hatıralarla döndüm oradan. Ve daha
gelmeden yaptığım Hatay gezi planlarıyla. Yemekler güzeldi. Sonra sohbetler.
Uzun çarşıdan alışveriş yapmak Gülçin’in çocukluk hatıralarına dahil olan kömür
çukuru pekmezini bulamamış olsak da çok keyifli idi. Daha ne diyelim ki. En
kısa zamanda tekrar Hatay’da gezebilmek, tatlarından tadabilmek dileğiyle….