21 Mayıs 2010 Cuma

İzmir

Bazı tatiller vardır hani kısadır ama öyle bir zamanda çıkmışsınızdır ki günlerce tatil yapsanız bu kadar çok rahatlayamazsınız. İşte İzmir seyahatim böyle bir zamana rastladı. Apar topar çıkılan tatilde geçirilen günlerin hatta saatlerin zevkini nasıl anlatsam ki size. Uzun yorucu ders saatlerinden sonra çıkılan tenefüs gibi mi desem yoksa günlerce kalınan hastaneden eve dönmek gibi mi desem. Çok iyi geldi bize tamda değişikliklerin arifesinde. Dostlarımızla geçirdiğimiz saatlerden ne kadar çok haz aldığımızı yazmadım bile daha .Kısa zamanda ne kadar yer gezdirdi Altancığım bize. Ve o kadar güzel ağırlandık ki ev sahiplerimiz tarafından. Ve minik Elifimiz... Yine oğlumun izin verdiği kadarıyla fotoğraf çektim acele acele. Sanıyorum ki aheste fotoğraflar için biraz da beklemem gerekecek.:))) Yaşadığım mutluluk bende kalsa da yediğim içtiğim dahil fotoğraflar benim nacizane anlatımımla aşağıda sizin okumanızı bekliyor olacak.

Ege bölgesi Trakyanın komşusu ve bizim ailecek en çok sevdiğimiz bölge olduğundan evlenmeden önce sık sık Ege gezileri düzenlerdik. Ege'de gezmediğim yer yok gibi. Ama eşimle bir çok gezi yapmamıza rağmen Ege'yi gezememiştik. Altan bu açığı kapatmak için elinden geleni yaptı sağolsun. 23 Nisan tatilimiz 3 günlükte olsa dolu dolu geçti. Perşembe gece geç vardık İzmir'e. Gece yarılarına kadar nefis İzmir manzarasına karşı edilen sohbetten sonra yarın ki gezimiz sırasında uyumamak için yattık. Ertesi gün istikamet Urla idi. Eşim ve ben Kavak Yelleri hastası olduğumuzdan (gerçi ben son bölümlerini bu kadarda olmaz canım diyerek seyretmiyorum.) ilk önce Su Pastanesini bulduk. Yapılan çekimleri bir kaç dakika izledikten sonra bir u dönüşü yaparak Güzelbahçe üzerinden Urla'ya gittik. Urla sevdamızda Kavak Yellerinden gelmekte. Ancak öğrendik ki Kavak Yelleri Seferihisar'da çekiliyormuş. En azından başladıkları iskeleyi gördüğümüze şükrettik:))) Urla çok güzel bir Ege kasabası. Çeşmealtı'nda o kadar lezzetli bir öğle yemeği yedik ki size anlatamam. Hele hele deniz börülcesi bir harikaydı. Sizin de yolunuz bu taraflara düşerse Ata Balık Pişirici'ye uğrayın derim. Hem salatalar hem deniz mahsülleri enfes hem de garsonların hizmet kalitesi harika. Bir de sormadan geçemeyeceğim bizim eski balık lokantalarının neden şimdilerin balık pişirme evleri ya da pişiricileri olduğuyla ilgili bir fikri olan var mı? Ben geçerli bir neden bulamıyorum da. Neyse enginarın asıl vatanı olan Karaburun'a uğramayacağımızdan Urla'dan enginar aldıktan sonra tekrar yollara düştük. Alaçatı ve eskinin yel değirmenleri, yeninin rüzgar gülleri bizi bekliyordu. Alaçatı'da atılan turdan ve İmren Pastanesi'nde yediğimiz dondurmadan sonra istikamet bu kez Ilıcaydı. Sanıyorum yaşlılığımı geçirmek istediğim yeri buldum. Ve Ilıca'ya aşık oldum. Ege'yi çok gezdiğimi yazmıştım ya başta nedense buraya hiç yolum düşmemiş benim. Tanrı belkide bizi buluşturmak için doğru zamanı bekliyordu bilmiyorum. Ama sahilinden havasına evlerine kadar Ilıca bu gezi boyunca en çok beğendiğim yer oldu. Nerede doğduğuma karar veremedim belki ama burada ölmek istiyorum:))))) Buradan ver elini Çeşme'ye gittik. Ve 1. günü burada atılan bir turla bitirdik.

Ertesi gün bu kez birazda kültür turu yapalım dedi Altan ve bizi Selçuk ve civarına götürdü. Selçuk yıllar önce bıraktığım gibi. Hiç değişmemiş. Tabii oralara gidipte Efes ve Meryem Ana'ya gitmemek olmazdı. Efes'e girişin Türk vatandaşlarına bile neden bu kadar pahalı olduğunu anlayamasam da Efes'i gezmek o senelere gitmek gibiydi benim için. Hızla da olsa büyük bir keyifle gezdim Efes'i. Meryem Ana eskiden olduğu gibi yeşillikler içinde karşıladı beni. Hiçç değişmemişti. İçeride fotoğraf çekilmesi yasaklanmıştı sadece. Oysa ben 1992'de gittiğimde bir çok fotoğraf çekmiştim. Şimdi onları taratıp koyacağım bloğuma. Sonra o yıllarda dileklerin olduğu panoların olduğunu hatırlamıyorum. Ve o gün son olarak Şirince'ye gittik. Meyve şaraplarının memleketine. Şirince o yıllardan bu yana çok fazla hareketlenmişti. Biz o yıllarda gittiğimizde inler ve cinler top oynuyordu. Ama bu halini daha çok sevdiğimi söyleyebilirm. Nerede hareket orada bereket. Ve son gün Kadifekale'yi ziyaret ettiktem sonra İzmir'in ünlü Saat Kulesini görmek için Konak Meydanı'na gittik. Nihayet kumrunun orjinal halini yiyebildim. Ekmeği çok lezzetliydi. Zaten bütün sırrı ekmeğinde. İçine orijinalinde sadece İzmir tulum peyniri, domates ve acı olup olmadığının önemli olmadığı yeşil biber koyuyorlar. Midesi bozulan oğlum bile bayıldı kumruya. Yola çıkma vaktimiz gelmişti ama son bir şey yapmalıydık. Karşıyaka'ya gidip Kumrucu Şevki'de yediğimiz kumrunun ardından yola çıkabilirdik artık. İzmir'in ünlü boyozunu yumurta eşliğinde yemeyi ve erkekler gitse bile Kordon'da sefa yapma işini bir daha ki sefere bıraktık. Nasılsa canlarımız orda olduğu sürece bize daha çokkk İzmir yolları görünür. İzmir Ankara karayolunda yolculuk yapmakta çok eğlenceliydi. Uşak ve Afyon'a uğradık dönüşte. Uşak'tan oğluma Ben-Ten battaniyesi aldık. Afyon'dan ise sizinde tahmin ettiğiniz gibi sucuk ve lokum. Cumhuriyetimizin kazanıldığı topraklardan geçe geçe ve o günleri hayal ederek gittiğimiz İzmir'den yorgun ama mutlu bir şekilde döndük...








20 Nisan 2010 Salı

Ördekler...Babaeski...Özlem....

Yine memleketimi özledim. Ne güzel yeşillenmiştir şimdi. Orada olmak istiyorum artık. Orada yaşamak. Az kaldı yakınlaşmaya. Az kaldı... Bir pazar günü avluda taze demlenen çay eşliğinde, ablamın yaptığı limonlu cheesecake yemek istiyorum yine. Az kaldı gitmeye... Rüyalar mı gerçek oluyor yoksa başka şeylere mi gebe hayatımız bilmiyorum. Ama yaşamak lazım. Hem de köküne kadar. Biliyorum...

Memleketimi çok özledim. Buğday kokusunu özledim. Taze taze çıkan undan yapılan ekmeklerin kokusunu özledim. Babamı özledim ve de annemi. Sonra kardeşlerimi... Memleketimin sakinliğini. Zamanın yavaşlamasını. Tanıdığım kişiler arasında olmayı özledim sonra. Çarşıda tanıdık yüzler görmeyi, selamlaşmayı, anneme selamlar götürmeyi, hiç tanımasam da sırf beni tanıyorlar diye insanları evime davet etmeyi özledim korkmadan.

Babamın torunu seviyor diye aldığı tavukları, kazları ve oğlumun bunları kovalamasını özledim. Taze kopardığı domatesleri üzerini kirletmesine aldırmadan yiyen oğlumun mutluluğunu görmeyi özledim. Gurbette yaşadığım 3 sene anladım ki gurbetlik gerçekten çok zormuş. Ve yaşayanlar bilirmiş. Şükür ki artık sonuna geldim. Çokk şükür. Az kaldı memleketimin 1,5 saat yakınına gitmeye.

Çokkk özledim kırlarda dolaşmayı. Sere serpe yatmayı. Kene korkusu olmadan oğlumu çimenlerde yuvarlanışını seyretmeyi özledim. Kardeşimi özledim sonra. Askerliğini bitirmesine az kalan kardeşimi. Onu Babaeski'de görmeyi özledim. O yokken sanki orası yarım. Hep bir şeyler eksik. Az kaldı diyorum ya. Hem de çok az kaldı.

Ördeklerin resmi geçidini seyretmeye, annemin lezzetli yemeklerinden yemeye, memleketimin güzel havasını içime çekmeye çok az kaldı.
Ama yine de bugün tüm yoğunluğumun arasında bir memleket özlemi sardı her yerimi.
Yazayım dedim geçen sene çektiğim fotoğrafları gördüğümde...
Sonra da oturup bu satırları yazdım işte.
Az kaldı dostlar...
Çokk az...