27 Aralık 2009 Pazar

Çam Ağacının Her Hali... Yeni Yılınız Kutlu Olsun...


2009 nasıl geçti diye sorarsanız, bilmiyorum derim size. Belki de her yıl gibi geçti işte. Hüzünlü, sevinçli, şok haberlerle, aramıza yeni katılanlarla, aramızdan ayrılanlarla, hasretlikle geçti 2009. Belki de diğer tüm yıllar gibi. Büyümüş olmanın, anne olmanın ne kadar zor olduğunu iliklerime kadar hissettim bu yıl. Bittiği için sevindiğim eski yılları özlemle andığım zamanlar oldu.İyi ki geldin dediğim zamanlarda... Kötü olaylar yaşadım, iyiler kadar...Biliyorum aslında bir tek kötü olaylar benim başıma gelmiyor ya da bir tek ben yaşamıyorum hayal kırıklıklarını. Ama bilmek bazı şeyleri değiştirmiyor ya da yaşananları hafifletmiyor tabi. Tüm ağırlıkları sırtımda hissetsemde ben bu bir yeni yıl yazısı olacaktı değil mi?

Tamam işte ta kendisi. Kardeşimi çokkk uzaklara askere gönderdiğim, boğazıma kadar tezimle dolu olduğum, artık haber dinlemeye bile korktuğum ve daha buraya yazamayacağım bir çok nedenden dolayı ancak böyle bir yeni yıl yazısı çıkabilirdi. Dedim ya size 2009 benim büyüdüğüm yıl oldu. Kendimle hesaplaştığım, belki barışırım diye umut ettiğim ama başaramadığım....

Size 2010 ile ilgili iyi dileklerimi ileteceğim elbet. Ama biliyorum fark olmayacak gelenle gidenin arasında. Belki de aratacak kimbilir. Ama yazdım ya size tüm bunlarda hayata dair işte. Belki de son söz şöyle yazabilirim size; yaşananlar yaşandı, yazılanlar yazıldı, acılar, sevinçler, hayal kırıklıkları, yaşadığım şoklar,hasretler hepsi kalbimde. Güle güle 2009 ve hoşgeldin 2010. Umarım iyi hatırlanırsın...

20 Aralık 2009 Pazar

Gitmek...

Gitmek istediğim yalan değil. Arkama bakmadan çekip gitmek istiyorum oğlumu cebime koyup. Hep derler ya dertler tek başına gelemeyecek kadar korkaktırlar diye. İşte yine korktular. Sıra sıra dizildiler şimdi arka arkaya geliyorlar sağolsunlar. Artık bilmiyorum bu akın ne zaman sona erer. Biter mi onu da bilmiyorum. Sadece bu kadar sakin nasıl kalabildiğime şaşırıyorum. Kötü haber almadan geçirdiğim tek günüm yok. Başlangıcı belli aslında. Üzülmek hem de çok üzülmek istiyorsanız hayatta büyük iyilikler yapın. Gerçekten. Hayır hayır yanlış yazmadım. Hatta iyiliğiniz ne kadar büyük olursa o denli üzülüyor ve yıkılıyorsunuz. Çokkk büyük bir bedel ödüyorsunuz.
Ne barındığım eve sığıyorum, ne bütün gün çalıştığım işyerime ne de yaşadığım bu şehre hatta dünyaya. İstediğim tek şey çekip gitmek. Ben hayatı kabullendikçe o bana yeni sürprizler hazırlıyor. Hem de en kötülerinden. Belki de ben yanlış yapıyorum. Hem de en büyüğünden. Bu kadar mutsuz olmak için ne yaptım bilmiyorum. Hayat bana ne zaman gülecek ya da gülecek mi onu da bilmiyorum.....

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Ankara'da Kır Çiçekleri ve Can Yücel Şiirleri....

Bugün işten geldikten sonra oğlumla beraber çıkıp fotoğraf çektik. Gelincikler, kır çiçekleri... Çokk güzeldi. Aslında biraz kır çiçekleriyle ilgili şiir aradım ama sonra vazgeçtim. Beni gerçekten derinden etkileyen çok az şair vardır. Bunların en başında Can Yücel geliyor. Bu kadar keyifli fotoğrafların eşliğinde en sevdiğim şiirleri koyma kararı aldım. Ve işte karşınızda taze çeklimiş fotoğraflarım ve en çok sevdiğim Can Yücel şiirleri....
ANLADIM
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...


DEĞİŞİK
Başka türlü birşey benim istediğim
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
Nerde gördüklerim,nerde o beklediğim
Rengi başka, tadı başka
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığından uzun
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince
Dalın yüksekliğince rüzgârda
Vardığım çimen yeşilliğince

HERŞEY SENDE GİZLİ
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...



20 Mayıs 2009 Çarşamba

Safranbolu

Nihayet Safranbolu'ya tekrar gidebildim. Nihayet diyorum çünkü Safranbolu'ya gittiğimde sene 2004 idi. Yani tam 5 sene sonra erdim muradıma. İlk gittiğimde ne yazık ki hiç bir yeri gezememiştim. Karadeniz turumuzun sonunda gece vardığımız Safranbolu'dan sabahın erken saatlerinde ayrılmak zorunda kalmıştık. Ve sadece kahvaltı edip uyuduğum Safranbolu'ya hayran kalmıştım. Şimdi doyasıya gezdim. Zaten siz de göreceksiniz bunu. Elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Gerçi daha çok bilgi var yazmam gereken ama bu bir başlangıç olsun. Sonradan yazmaya çalışacağım herşeyi. Eeee insan hafızası unutuyor, yazmak lazım... Başlıyorum. İşte benim gözümden Safranbolu karşınızda....
Önce biraz bilgi vermekte fayda var. Zaten lafada hep böyle başlanır ya. Safranbolu bir İyon prensesi tarafından kurulmuş. Kadın elinin değdiği belli yani. Karabük’ün en büyük ilçesi ve merkezin sadece 9 km uzağında. Ne zaman Karabük'ten çıkıp Safranbolu'ya girdiğinizi anlamıyorsunuz adeta birleşmiş gibiler. Ankara ile uzaklık mesafesi 230 km. Ankara’dan çıkınca 2-2,5 saat sonra Safranbolu’dasınız. Hatta oğlunuzla birlikte trenlerle yarışırken zamanın nasıl geçtiğini bile anlamıyorsunuz...
Eski çağlarda Homeros’un İlyada destanında geçen Paflagonya bölgesinde yer alıyor.. Bilinen en eski tarihi MÖ 3000 yılına kadar uzanıyor . Bir çok uygarlığın egemenliği altına girmiş. Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Helenistik Krallıklar, Romalılar, Selçuklular, Çobanoğulları, Candaroğulları ve en son Osmanlı İmparatorluğu. Eee bu kadar medeniyete tanıklık etmiş yerin kültürel zenginliği de fazla oluyor haliyle...
Safranbolu 1994’ten beri Türkiye’de yer alan ve “Dünya Miras Listesi”nde yer alan 9 kültürel varlıktan biri ve en iyi korunanı. Bunu için buraya “korumanın başkenti” ünvanı verilmiş. (www.whc.unesco.org)
19.yy sonralarına doğru şehrin nüfusu yaklaşık 7500. 1923’de Yunan ortadoks nüfusunun 1923 mübadelesiyle Yunanistan’a göç etmenin sonunda nüfus 500’e düşmüş ve 1940’lara kadar böyle kalmış. 1940’lardan sonra 20.000’ çıkmıştır. 2007 sayımına göre ise 50.000 civarında.
Safranbolu, Osmanlı zamanında bir sürgün yeriymiş. Zaten gelişimini ve bu kadar güzel konaklara sahip oluşunu da buna borçlu. Eski zamanlardan beri okuma oranı çok fazla olan bir yer Safranbolu. Yörede yaşayanlar eğitime çok önem veriyorlarmış. Havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez yerli halkın genelde iki çocuğu varmış ve bunlardan biri kız diğeri erkek olurmuş. Nedenini bilmeselerde böyle olmayan aile sayısı çok azmış. Yerli halk çok zenginmiş ve hala da zenginliklerini koruyorlarmış. Mirasına böyle sahip çıkan bir yörenin halkının herşeyinin kıymetini böyle çok bilmeleri garip değil değil mi? Safranbolu hakkında araştırma yaparken Atlas Dergisi'nden İbrahim Canpulat'ın bir yazısına rastladım. Kullandığı bir cümle çok hoşuma gitti. Şöyle diyordu yazısında; "Safranbolu'nun geçmişi geleceği haline geldi." Ne kadar güzel bir tanımlama değil mi?
Safranbolu'yu anlatmaya yazımın kalanında devam edeceğim ama önce size kaldığım yer olan Cinci Han'dan bahsetmek istiyorum. Şanslı bir insanım ki gezilerde kaldığım yerlerden çok memnun olarak ayrılıyorum. Buradan da öyle ayrıldım. Hatta bütün grup aynı fikirdeydik. Yalnızca bir öneri olarak söyleyebiliceğim şey Develik Restaurant'ta yediğimiz akşam yemeği üzerine olabilir. O da yemeklerinin daha yöresel olması ve o kadar yüksek sesle müzik dinletisinin olmaması hakkında. Yemeklerinin lezzeti hakkında bir şey söylemeyeceğim çok güzeldi ama gittiğim yerlerde daha çok yöresel şeyleri yemeği tercih ediyorum. Ve o eski deve ahırında yaratılan otantik ortamda bunları yemek çok hoşuma giderdi doğrusu. Ve müzik çok yüksekti. Neyse devam edelim.
Cinci Han; Sultan Deli İbrahim’in danışmanlığına kadar yükselen ve Kazaskerlikte yapan asıl adı Karabaşzade Hüseyin Efendi olan ama Cinci Hoca olarak bilinen kişi tarafından 1645 yılında yaptırılmış. Cinci Hoca, konuşarak Deli İbrahim’i telkin ediyor ve rahatlatıyor. Bunun üzerine padişah dile benden ne dilersen diyor ve Cinci Hoca’da bunu hanı ve hamamı istiyor. Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinmiyormuş fakat dönemin başmimarlarından olan Koca Mimar Kasım Ağa tarafından yapıldğı tahmin ediliyormuş. Hanın inşatıyla ilgili hiçbir doküman bulunamamış. Uzun bir süre kervansaray olarak kullanılan han daha sonra 20.yy. başlarından itibaren depo olarak kullanılmış. Cinci Hoca’nın ilk evi kaleye çok yakın bir yerde. Bugün hala okul olarak kullanılıyor. Cinci Han’ın 2 katı, 22 standart odası,2 suit ve 1 Han Ağası Odası var. Cinci hamamı (yeni hamam) kadın ve erkeklere ait iki bölümden oluşur. Halen çalışır durumdadır


İbrahim Canpulat yazısında Cinci Hanı şöyle anlatmış; " Bilen bilir, dönem Padişah Deli İbrahim dönemidir ve kendisi bir veliahda sahip olamayacak kadar güçten kuvvetten düşmüştür. Derdine derman bulan kişi, Cinci Hoca olarak tanıdığımız Safranbolulu Karabaşzade Hüseyin Efendi'dir. Padişahla arasında oluşan kankalık ilişkisi onu tüm kadıların kadısı Anadolu Kazaskerliği makamına taşır. Bu arada büyük bir dünyalık yapar. Biraz da servetini gözden ıraklaştırmak amacıyla olsa gerek, Safranbolu'yu prestij yapılarıyla donatır." Cinci Hoca'yla ilgili pek çok rivayet var. Hangisi doğrudur bilinmez ama Safranbolu'ya bıraktığı eserlerin güzelliği tartışılmaz.




Küçük kapının ne işe yaradığını siz de bizim gibi merak ettiniz mi? Hatta bizim rehberimize ilk sorduğumuz soru buydu. Küçük kapı; handa bir hırsızlık olduğunda kullanıyormuş. Hırsızın bulunması için diğer kapı kapanıyormuş ve herkesin eşyaları tek tek aranarak bu küçük kapıdan dışarıya çıkarılıyormuş. Ne güzel bir uygulama değil mi?



Odaların hepsinin üzerinde ayrı bir ad var. Bunlar Safranbolu'nun yerli ve köklü ailelerinin adlarıymış.

301 nolu oda 'Han Ağası Odası'. Burası diğer odalardan daha farklıymış. Tabi bu durumda ödediğiniz parada farklılaşıyor. Daha fazla para ödüyorsunuz ama ekstra hizmetleri varmış.




Cinci Han'ın en tepesine çıktığınızda gödüğünüz manzara.








Yine otel haline getirilmiş olan eski bir konak. "Hatice Hanım Konağı"


Paşa Mustafa Konağı'nın soldaki penceresinin bulunduğu oda da biz ilk geldiğimizde kalmıştık. Tabi o zamanlar otel falan değildi. Sahiplerinin kiralanamsı için bıraktıkları bir konaktı. Tam bir Safranbolu evinde kalmıştık anlayacağınız. Cinci Han'ın arkasının tam karşısında yer alıyor. Şimdilerde otel olmuş. 5 sene sonra oranın tam karşısında kalacağım kimin aklına gelirdi ki....

Dar Safranbolu sokakları...


Bildiğimiz Türk Lokumu aslında Safranbolu lokumuymuş. Orijinali sade yapılanıymış ama şimdi en çok tutulanı hemen hemen herkesin sevdiği çifte kavrulmuş olanı. Safranlı olanı da yapılıyor hatta çok güzel denemenizi şiddetle tavsiye ederim. Lokumculuk burada bir kaç nesildir devam eden bir meslekmiş. Ve halihazırda imalat yapan lokumcular hep bu işleri babalarından ve dedelerinden... devir almışlar. E haliyle artık bu işte ustalar. Aşağıda bir lokum imalathanesinden bir fotoğraf görmektesiniz.






Yemeniciler Arastası
Köprülü Mehmet Paşa Camisine birişik 48 ahşapdükkandan oluşan ve yemeni denilen ayakkabının yapıldığı eski lonca çarşısı




Önemli Osmanlı yapıtlarından olan ve 1622’de yaptırılan Köprülü Mehmet Paşa Cami’sine çarşı içinden büyük kemerli bir kapıyla geçiliyor. 3. Selim’in Sadrazamı İzzet Mehmet Paşa sadrazam olmadan önce bir dönem Safranbolu’da ikamete tabi tutulmuştur. 1796’da yaptırdığı ve kendi adını taşıyan cami 1902/1903 tarihinde onarılmıştır. Cami tümüyle kesme taştandır. Tüm kubbeleri kurşunla kaplıdır. Böylece diğer camilerden ayrılır. 18.yy’da Anadolu’da batı etkilerini yansıtan bir örnek olması açısından dikkati çeken bir eserdir. Safranbolu’nun en büyük camisidir. Kubbesi miğfer şeklindedir.

Yine İbrahim Canpulat'ın yazısında Köprülü Mehmet Paşa Camii şöyle anlatılır; " Safranbolu'ya gelip gelmediği bugün bile tartışma konusu olan Sadrazam Köprülü de onu (Cinci Hoca'yı) izler ve bir camii,yanında bir medrese ve akareti olarak bir arasta yaptırır."



Güneş saatinin mermeri ağaç dallarının düşüp onu kırmasından dolayı orjinaline uygun olarak değiştirilmiş. Geri kalan herşey bire bir orjinal. Ve bir daha ağaç dallarının onu kırmaması için koruma altına alınmış. Basit tip yatay güneş saatleri sınıfından. Sabah 06:40, akşam 17:20 arasındaki zamanı metal plakanın gölgesine göre gösteriyor. 19.yy ortalarında yapıldığı sanılıyor.


Tipik bir Safranbolu evi.... Kaymakamlar Evi'ne giderken.

Kaymakamlar Evi

Safranbolu evleri genellikle 18.yy ve 19.yy’da yapılmış. 2000 adet yapıdan 1008 tanesi tescil edilmiş ve yasal koruma altına alınmıştır. O yüzyıllara ait Osmanlı kent dokusunu günümüze taşıyan Safranbolu’daki tarihi eserlerin çoğu Candaroğulları ve Osmanlı döneminden kalmış.
Safranbolu evleri 2-3 katlı, 6-8 odalı,cumbalı,her odasında fazla sayıda penceresi olan ve odaların her ayrıntısı büyük bir ustalıkla düşünülmüş olan evlerdir. Pencere sayıları zenginliğin büyüklüğüne dair bir gösterge olarak kabul edilirmiş.
Evler şehrin 2 bölümünde toplanmışlardır. Bunlardan ilki kışlık evlerin bulunduğu (şehir) çarşı kesimi, diğeri yazlık evlerin bulunduğu Bağlar kesimidir. Şehir yönetim merkezinin bulunduğu kale, alışveriş merkezinin bulunduğu çarşı, evlerin bulunduğu Akçasu,gümüş,Musalla,Kalealtı ve Tabakhane semtlerinden oluşuyor.Bu kesim iklimin olumsuz etkilerine karşı korunaklıdır. Alçak rakımlı ve iki vadinin içindedir. Bağlar kesimi birkaç metre daha yüksekte,hava akımlarına açıktır. Evler daha geniş araziler üzerine kurulmuştur. Hemen hemen herkesin bir kışlık birde yazlık evi vardı. Tüm evler kendilerine göre daha merkezi konumda olan kamu binalarına, dini yapılara ve tarihi eserlere dönük olarak inşa edilmiştir. Hangi evden bakarsanız bakın manzara kapanmaz. Yollar ve sokaklar arnavut kaldırımlıdır.
Din ve gelenekler gereği ev dışarıya kapanmıştır. Bu yüzden ev içi ve bahçeler yüksek duvarlarla dış dünyadan ayrılmıştır, pencereler kafeslidir. Yabancı erkeği kadın görmez ve görünmez. Aynı evin içinde de kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yaşarlar. Safranbolu´da selamlık ve harem olarak ikiye bölünmüş evler çoğunluktadır. Evin girişinde zemin katta “hayat” vardır. Bu bölüm eğer taş kaplıysa “taşlık” adını alır. Burada ışık almayı sağlayan ahşap kafes “gliste” mevcuttur. Zemin katlarda ayrıca ahırlar, büyük kazan ocakları ve ambarlar bulunurdu.
Safranbolu evinin boyutu ve biçimini etkileyen 3 temel unsur var. Birincisi çok nüfuslu büyük aile yapısıdır. Ailenin geçimini sağlayan ve zenginliğinin devamı olan erkek çocukların aile içinde kalması gerektiğini düşünüyorlar. Kızlar evlendirilip başka eve yollanıyor yollanmasına da zenginliklerini ve geleneklerini korumak için kız alıp vermeler hep Safranbolu içinde oluyormuş.
Baba, anne, oğullar, gelinler, torunlar, amca, teyze ve halalar kalabalık aile yapısının birer parçasıymış. Bu kadar kalabalık olan aile sanki kendi içinde de küçük birimlere ayrılmış gibidir. Dış dünyaya karşı kadınlar ve erkekler iki ayrı topluluktur. Haremlik ve selamlık. İçeride ise karı ve koca bir birdir ve çekirdek aileyi oluşturur.. Her birime bir oda verilerek ailelerin özgür olmaları sağlanmıştır. Odalar, çekirdek ailelerin bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanmıştır. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklüklerin) içinde bugünün duş kabinlerini andıran banyolar yani güsulhaneler vardır. Evin kadınına işlerde yardım etmek amacıyla evlerin çoğunda evlatlık kız bulunuyor. Evlatlık kız eviz kızı gibi görülüyor.
İkincisi yağışlı iklim. Yağışlı iklimden dolayı kapalı alan ihtiyaçları çok fazla. İnsan ve hayvanların yiyecekleri,yakacaklar hepsi evin uygun bölümlerinde saklanıyor ve bundan dolayı evler büyük inşa ediliyor. Evin ortasında geniş bir sofa vardır. Odalar köşelerde yer alıyor.
Kaymakamlar Gezievi
Safranbolu Evleri ve o dönemin yaşantısını anlatan önemli bir örnektir. 19. yy. başlarında yapıldığı sanılıyor.Sahibi Safranbolu kışlası kumandanı Hacı Mehmet Efendi. Ona yarbay karşılığı olan “Kaim-Makam” denilmesi nedeniyle ailesi; dolayısıyla evleri de halk arasında bu isimle anılıyormuş. 1979 yılında kamulaştırılmış ve restorasyonunu tamamlanmış. Safranbolu Çarşı’sı içinde, Hıdırlık Yokuşu Sokağı üzerindedir.
Evlerde tavanlar ahşap kaplamalı ve epeyce süslü. Süslü olamayan tavan süslemesi bir tek çocuk odasında var. Bunun da nedeni uyanan çocuğun dikkatiin dağılmaması ve uykusunun açılmaması içinmiş. Günümüzle karşılaştırdığımızda ne büyük bir tezat değil mi? Bizse şimdi çocuk odalarını cıvıl cıvıl renklerle dolduruyoruz. Aşağıda çocuk odasının tavanını görüyorsunuz.




Kına gecesi bindallısı..

Gelin Hanım'ın kıyafetleri. Günümüzde bile hala giyilebilecek modernlikteler.




Pencere önlerinde büyük sedirler vardır. Odaların giriş kapıları köşelerdedir. Ve oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravan vardır. Böylece ailelerin rahatsız olması önlenmeye çalışılmıştır. Kapıya gelen kişi içeri girmeden önce kendisinin geldiğini öksürük vs ile bildirir ve içeri girermiş.





Oda da bulunan güsulhane. Kullanılmadığı zamanlar kapağı kapatılıyor ve yüklük olarak kullanılıyor.


Odalarda sergen denilen raflar var. O raflara sabunlar konuluyor. Böylece odanın güzel kokması sağlanıyor. Kız görmeye gelen kayınvalideler o rafların tozlu olup olmadığını kontrol ediyor. Tozlu ise; “Ah rafların tozuna, yazıklar olsun bu evin kızına" diyor.
Evlerin pencereleri özel bir biçimde tasarlanmıştır. Ahşap kanatlı pencerelerde ‘musabak’ denilen kafesler bulunuyordu.

Tavan süslemelerinde orta göbekte yıldız şekillerine yer verişmiştir.

“Evin içinde ne dolaplar dönüyor” deyimi Safranbolu’dan çıkmıştır. Anlatayım. Haremlik ve selamlık arasında yemek servisinde kullandıkları bir dönme dolap var. Yukarıda bulunan. Yemeği haremlik tarafı koyuyor, tek tıklıyor ve sonra döndürüyor. Evin en genç kızı yapıyor bu servisi. Sonra selamlıktan evin en genç erkeği geliyor ve yemekleri servis ediyor. Boşalanları tekrar dolaba koyuyor ve çift tıklıyor ve dolabı döndürüyor. Tabi bu gidiş ve gelişler sırasında haremlik ve selamlık arasındaki haberleşmede buradan yapılıyor. Mektuplar,pusulalar buradan gelip gidiyor. Evin içinde ne dolaplar dönüyor anlayacağız.





Mutfak...






Kiler..






Evin girişinde bulunan ve hayat denilen bölüm ve içeriye ışık girmesini sağlayan glisteler.




Gördüğünüz el otomatik kapının nasıl olduğunu araştırmaya çalışan eşimin eli. Daha o zamanlardan otomatik kapı kullanmaya başlamışlar.

Bu da Kaymakamlar Evi'nin bahçesi..