31 Ocak 2009 Cumartesi

Yazıyorum... İşte o kadar...

Buaralar canım hiç bir şey istemiyor. Öyle bir gariplik çöktü üzerime. Kafamın içinden bir sürü şey geçiyor aslında. Yapmam gerekenleri sıralıyorum kafamın içinde ama işte o kadar.... Kafamın içinden gemiler geçiyor durmadan. Geçiyor da işte o kadar. O kadar sevdiğim halde artık gezmek bile gelmiyor içimden oysa yaptığım gezi planları hala masamın üzerindeki dosyada. Hala içimden bir trene atlayıp Van'a kahvaltı etmeye gitmek geliyor ama işte o kadar. Herşeyi ertelemiş durumdayım. Bekliyorum işte. Neyi beklediğimi biliyorum aslında. Ama beklemek o kadar zor ki. Bence bu dünya üzerindeki en zor şey sabrı öğrenmek. Yüreğiniz pır pır atarken sessizce beklemek.... Ya da beklemeyi öğrenmek...
Buaralar sadece kitap okuyabiliyorum galiba. Başka hayatlarda kaybolabilmek için belki de... Ahmet Ümit okuyorum, İpek Ongun'un ilk gençlik yıllarıma damgasına vuran serisinin devamını okuyorum, Meave Binchy okuyorum uzun zamandır okuyamamışken sonra Soner Yalçın okuyorum, 'Siz Kimi Kandırıyor sunuz?'. Başkalarını bilmem ama ben kendimi kandırma çabasındayım galiba....

Buaralar yazı da yazamıyorum oğlumun günlüğü dışında. Onu da sırf hiç bir şeyi unutmamak adına yazıyorum. Kitabımın uzun zamandır kapağını kaldıramadım. O kadar kolay yazılar yazan ben şimdi yazdıklarımı okudukça şaşırıyorum. Bu günler geçici elbet biliyorum. Yine yazmaya başlayacağım, yine gezmeye başlayacağım, yine yaşamaya başlacağım kısaca.... Ama dedim ya bekliyorum. Neyi beklediğimi de biliyorum aslında. Bir yol ayırımındayım yine daha önce bir çok kereler olduğu gibi. Allahtan eşim ve gözlerinin içi bile gülen oğlum benimle. Sonra ailem.... Trakya'ya gittiğimde baba evinde çektiğim şöminede yanan çıtır çıtır odunların fotoğraflarını gördüm hasta hasta oturduğum bilgisayarımın başında. Biraz duygusalım biraz gurbette... Belki de bu özlem yazdırdı bana bunları. Ama çok özledim ya İstanbul'da olmayı, ailemin 1,5 saat yol mesafesinde olmayı. Çok özledim İstanbullu olmayı...


Hiç yorum yok: