3 Şubat 2009 Salı

Güneydoğu.....

Gidiyordum nihayet. Uçağa binip koltuğuma oturduğumda düşünüdüğüm tek şey buydu. Gidiyordum yıllardır hayalini kurduğum yerlere. Nedendir bilmem Güneydoğu Anadolu bana hep çok çekici gelmiştir. Paris değil, Londra değil ama illa ki oraları görmek istiyordum. Kudüs'ü saymazsak tabii....Hele Urfa. Yanımda 6 aylık oğlum ve eşim, bir dolu çanta ve gezebileceğim yerlerin listesiyle Antep'e tayin olan arkadaşlarımızın yanına gittik. Yani konaklama üssümüz Antep'ti anlayacağınız.Antep'i Ankara'ya çok benzettim. Çokta beğendim doğrusu. Çok modern, gelişmiş bir şehir. O otantik havayı çok fazla hissedemedim orada ama yemekleri bir lezzetliydi ki sormayın gitsin. Katmerden zehirlenip hastaneye kaldırılan ben hala katmerin bile çok lezzetli olduğunu söyleyebilirim. İlk gün Antep'i gezdik. Arkeoloji müzesine gittik çünkü ben çılgınca Zeugma'nın 'çingene kızını' görmek istiyordum. Arkeoloji müzesinde ki mozaikler çok güzeldi. Ama eşimin bilgisayarının azizliğine uğradığımdan bütün müze fotoğraflarım yok oldu bir tanesi dışında. Ne yapalım tekrar gittiğimizde artık bol bol çekeceğiz. Ertesi gün Birecik ve Halfeti'ye gittik. Siyah güllerin ülkesine....Kelaynakları ziyaret ettik. Nizip'ten antep fıstığı aldık. Birecek'in o güzel dokusu içinde Fırat'a komşu güzel bir kebap yedik. Halfeti'yi dolaştık herkesin siesta yaptığı saatlerde. Zira orada sadece biz var gibiydik bir de bize çay getiren çocuk. Oğlum 2 sandalyeyi birleştirip yaptığımız yatağında, ağaçların gölgesinde güzel bir uyku çekti sıcağa inat. Sonra biraz ağlamaklı biraz gülerek baraj gölünün sularında yürüdü ilk kez.... Rumkale'ye giderken motorun getirdiği serinliği hissetti, rüzgarın sesini dinledi. Kahkahalar attı. Bir sonraki gün Urfa'daydık. Urfa....Nasıl anlatsam ki bilmiyorum. Peyganberler şehri diyorlar ya işte hangi köşeyi dönseniz bir peygamberin ayak izlerine rastlıyorsunuz. Öyle bir şehir ki Urfa hem günümüze ait hem değil. Hem bugünde hem yüzyıllar öncesinde. 40 derecelik sıcaklıkta 6 aylık olan oğlumla Urfa sokaklarında dolaştım büyük bir zevk alarak ve sıcağa aldırmayarak. Deli miydim bir çok kişiye göre evet, pişman mıydım hayır, bir kez daha yapar mıydım kesinlikle evet. İbrahim Peygamber, Eyüp Peygamber.... Bedesten, Balıklı Göl.....Herşey herşey harika ve görülmeye değerdi. Urfa'yı küçük rehberlerimizle gezdik. Benim fotoğrafa meraklı olduğumu anlayan bir urfalı muhakkak Urfa'nın sokaklarını gezmem greketiğini söylesede oğlumla cesaret edemedim doğrusu.

Ve Harran....Gidebileceğimizi hiç düşünmediğim ama Murat'ın muhakkak gideceğimizi söylediğinde mutluluktan çılgına döndüğüm Harran. Harran Ovası'nın bereketli topraklarından geçerek vardık Harran'a Ve evet zaman sanki durdu orada. Herşey o kadar dokunulmamış gibidiydi ki. Konuk olduğumuz evde ki kızların İstanbul özlemleri vardıysa da içlerinde ve güneşin tenlerini nasıl kavurduğundan gem vuruyorlarsa da onlara ne kadar şanslı olduklarını söylemeden geçemedim. Anlamsız bir ifade geçti gözlerinden.... İlk üniversite, bu üniversitenin kalıntılarından yaptıkları konik evleri, Harran Kalesi ve şıkır şıkır kıyafetleriyle günlük işlerini gören gencecik Harran kızları...Görülemeye değerdi doğrusu.

Hiç yorum yok: